Prof. Dr Türker Kılıç ‘Beyin nasıl düşünce üretir’’ sorusunun  cevabını siz değerli okurlarımız için yanıtladı. 

Biliyorsunuz insanoğlunun en temel sorularından biri beyinin nasıl düşünce ürettiği, nasıl sanat yarattığı ve nasıl uygarlık inşa ettiğidir. Tabi ki, benimde beyin cerrahı olmamın ana nedeni, bir ölçüde beyni incelememin bu sorulara yanıt verme ihtimalimi arttırmış olması sebebi ile nörobilimi merak ettim. 

2012’de başlayıp geçtiğimiz yıl sona eren, ‘insan -beyin’ projesinin  içerisindeyiz. Avrupa’daki insan beyin projesi şimdiye kadar en fazla para harcanan bilimsel projedir. 3.000 üzerinde bilimsel yayın üretilmiştir. Bu projenin etkisiyle ABD, Çin, Hindistan, Kanada, gibi ülkeler kendi alt yapılarında insan beyin projesi ürettiler. Böylece bilimsel yayın sayısı 15.000’in üzerinde oldu. Bir diğer yandan yapay zeka adını verdiğimiz beynin enformasyonu nasıl işlediği ile alakalı olarak bize yeni bir kulvar açtı. 

Biliyorsunuzdur belki, ilk kez dünyada yapay zeka teriminin kullanıldığı tarih 1950’lerin ortasıydı. Sonrasında Amerikan Hükümeti diyor ki; bu alandan birşey çıkmaz. Buraya para yatırmaya gerek yok. 1990’ların ortasına kadar böyle devam etti.  İlk kez sinir ağları bilimi ortaya çıkmaya başladı. Anlaşıldı ki; sinir dokusu aslında enformasyon işlemek üzere anlaşmış bir biyolojik sistemdir.  İki sinir hücresini birbiri ile yanyana getirirseniz hemen etkileşim yaratırlar. Bir milyon tanesini bir araya getirirseniz bir süre sonra bilgi işleyen sistem haline gelir. Dolayısıyla beyin dediğimiz yapı biyolojik bilgi işleme sistemidir. Uzmanlık alanı bilginin işlenmesidir. En verimli şekilde bilgi nasıl işlenir? Sorusu belki beyin nasıl düşünce üretiyor sorusuna bir yanıtına yetkin bir şekilde belki de cevap bulabileceğiz. 

Biz beyine benzeyen bir bilgisayar üretebilir miyiz? 100 milyar bilgisayarın her biri 15 bin başka bilgisayarla etkileşimde olabilecek şekilde birleştirirsek, bir zihin üretebilir mi? Bir başka deyişle beyindeki bu zihin modellemesini bir bilgisayar sistemi haline getirebilir miyiz? 

Sistemle biz yola çıktıktan sonra 2015’e geldiğimizde çok önemli bir gelişme oldu. İlk kez bir canlıda, kafesinin kenarına besin maddesi konularak  besine gidip gitmeme kararını veren beyin alanı amigdala dediğimiz  yerde  karar verme süreci görüntülendi. Bu görüntülenmenin incelenmesi sonucunda buradaki ağlar bilginin beyindeki karşılığında elektrokimyasal ağlar olarak karşılık buluyor.Bilgi beyinde ırmaklar şeklinde akıyor. Bu ırmakların oluşturduğu bir desen var. Bu desen her an değişm halindedir. Böylelikle biz ilk kez düşüncenin görüntüsünü elde ettik. Anlaşıldı ki, bu matematik bir sisteme dayanıyor. Bu matematik temel eskiden beri bilinen bayesyen matematik dediğimiz sistem kullanılarak öğrenebileceğimiz bir sistem. 

Biz başlangıçta bir bilgisayar modellemesi yapabileceğimize inanıyorduk. Fakat 2015’teki çok önemli çalışmadan sonra, anladık ki var olan bilgisayar sistemimiz öngörülebilir gelecekte beynin modellemesini yapabilmenin çok uzağında ve beyin bilgisayar gibi çalışmıyor. Sıfır yada bire göre nöronlar karar vermiyorlar.  Bir nöron tek bir algoritma içerisinde değil. Nöron herhangi bir uyarana cevap verebiliyor.  

Duygularımıza göre de cevap verebiliyor mu? 

Her türlü enformasyona cevap verebiliyor. Beyin açısından sözcüklerle yada duygular arasında veri farklılığı yoktur. O yüzden biz çoğu zaman sözcüklerle ifade ettiklerimize bilinçlilik hali, sözcüklerle ifade edemediklerimize bilinç altı olarak tanımlarız. 

Ama gerçek böyle değil. Beyin açısından sistem tamamen matematikseldir. Ama bu ortaya çıkanın duygu olmadığı anlamına gelmez. Çünkü o da bir enformasyondur. Ama henüz sözcüğe dökülmemiştir.  

Biyolojik enformasyon sistemin düşünceyi nasıl oluşturduğuna dair ilk kez bir matematik yanıt elde ettik. Anladık ki, beyinin nasıl düşünce ürettiğine dair bilgi elde etmek istiyorsak bu alanı tanımamızı sağlayacak yeni bir matematiksel sisteme ihtiyacımız var. Böylelikle enformasyon matematiği dediğimiz bir alan gelişti. 

Öncesinde sadece bir canlının, 30 milyon nöronunun etkileşimini elde edebiliyorsak, matematiği bulabildiğimizde, canlılnın matematiğini çözebiliyoruz. Kabullenişimiz şuydu; sanıyoruz ki, en yetkin bilgi işleme sistemi insan beynidir. Sonrasında anladık ki, sadece insan beyni değil, en yetkin bilgi işleme sistemi yaşamın kendisidir. 

Bu enformasyon ağı aslında yaşamın içinde de çalışıyor. Elde edilen matematik sosyolojik olayları açıklamada da kullanılabiliyor. Gökyüzünde kuş sürülerinin birbiriyle nasıl bir paten oluşturduğuna dair bir matematik model geliştirildi.Bu model aslında tüm bilgiyi işleyen sistemler içinde kullanılabilir olduğu ortaya çıktı. 

2021’de bu bağlantısallık modellemesinin sadece kuş sürüleri için değil,beyindeki düşünceyi oluşturan sistemler için değil aynı zamanda evrendeki kozmik bilimde de etkin olduğu ortaya konuldu. Nobel Fizik Ödülünü aldı. 

Bu matematiğin deterministik sistemlerle açıklanamayan, yaşama ait bazı olayları açıklamada kullanabileceğimiz ortaya çıktı. 

Bilgi işlenen sistem er yada geç zeka üretiyor.Bir kez zeka üretildiği zaman artık o üretilen zeka o organizmaya ait değil. İşte burada yapay zeka dediğimiz şey ortaya çıkıyor.  

Bunu insan beyninde yapmak çok zor. 383 nöronlu deney solucanlarında yapmak mümkün. Sözgelimi 81, nöron ile 35. Nöronu devre dışı bırakırsak, sözgelimi bu hayvan çok aç olsa bile besine gitmiyor. Böylelikle yavaş yavaş bu canlı organizmanın nasıl karar verdiği ile ilgili artık elimizde bir modelleme var. 

1943’te Schrödinger o meşhur sorusunu soruyor. 

Hayat nedir? 

Elimizde bir inorganik evren var. Onun üzerinde moleküler, onun üzerinde protein, onun üzerinde hücre evreni, onun üzerinde organ evreni var. Diyelim bu beyinse üzerinde düşünce evreni var. Sosyolojik evren ve en üstte yaşam dediğimiz esas bütünlük var.  

Oysa inorganik evrenin moleküler evrene geçişin normal şartlarda termodinamiğin ikinci yasasına göre mümkün olmaması gerekir. Çünkü her sistem düzensizliğe doğru gider. Halbuki yaşam denilen sistem bir süre sonra üst düzene geçiyor.Bir üst düzene geçen sistem onun parçalarını  oluşturan sistemden fazla.Bu fazlalık nereden geliyor? Karbon moleküllerinin yanyana dizilmesi bir tarafta canlılık yaratırken diğer tarafta inorganik veri yaratıyor.  Başlangıçtan beri yaşamın yapı taşı atom olarak kabulleniyoruz. Oysa anladık ki, atom değil enformasyondur. İşte buradan yeni bir yaşam modeli çıkıyor.Sistem olasıkların üzerine var olan ve bir enformasyon matematiğine temellenen birşeydir.  

Bilimde öyle bir dönemden geçiyoruz ki, eskinin yıkıldığı ama yerine yenisinin konulamadığı o nedenle alternatif arayışlara ihtiyacımız olduğu bir süreçteyiz. Bize burada nörobilim ve yapay zeka; ikisi aynı gemide insanoğlunun belirsizlikle verdiği bu mücadelede 21,yy buzkıran gemisi rölünü üstlenmiş durumdadır. Buarada üretilen bilgi ve bakış açısı sadece gemidekileri değiştirmiyor, arkadan gelen filoları da değiştiriyor. 

Röportaj: Nurcan Karaçam

No Comments Yet

Leave a Reply

Your email address will not be published.